Caruso
Qui dove il mare lucia...

Yürüyor ayaklarında bu bezgin şehir, vazgeçmişliğin izi onu çoktan ele geçirdi. Bir zamanlar inanıyorduk oysa her şeyin yoluna girebileceğine. Ya karamsar olduk ya da gerçekten de her şey olabildiğince kötü gidiyor. Televizyonlarda gülen insan suretleri var, kendileri şehrin sokakları içinde bir yerlerde gizleniyor olmalılar. Her şeyin gri renklere birleşip bir zaman içinde, eski sevdiklerimizden çareler arıyoruz kendimize. Bir zamanlar bir balkonda oturduğumuzu, balkonun parmaklığında sardunya ekili saksılarımız olduğunu, eşimizin dostumuzun daha vakti olduğu bir zamanları. Hepimiz birbirimizin yüzündeki kırışıklara bakıp iç geçiriyoruz.

Amerika’daki parlak ışıklar sönüyor artık. Bir zamanlar hepimiz bir yerlere gitmekten söz ediyorduk şimdi sorsam kaçımızın pasaportu var acaba. Oysa Meksika sahillerinde elimizde kokteyllerimizle hamaklara uzandığımız, tek derdimizin vızıldayan sinekler olacağını düşlediğimiz bir zaman da vardı. Ya da işlerimizin yolunda gideceğine, kazandığımız güzel paraları keyfimizce harcayabileceğimize dair umudumuz. Aslında hepimiz belki sonsuz bir depresyondayız. Bir romanda dediği gibi, en iyi panzehir; depresif kalmak.

Uyandığımızda yeşil bir bahçe yerine beton bir duvar gören adam elbette karamsar olur. Evde neşeli çocuk sesleri yerine yan binadan gelen inşaat gürültülerini duyuyorum karşı komşumuzun ardiyeye çevirdiği balkona bakarken. Her şeyimizi saklar ve şifrelerken aslında en çok kendimizi ele verdiğimiz sırlarımızı taşımıyor mu balkonlarımız…

Caruso çalmaya devam ediyor.”te vojo bene sai”diyor şarkı Seni çok ama çok seviyorum demenin güzelliği, bunu söyleyebilme hakkını çoktan yitirmiş olmanın ezikliğiyle utanıyoruz. Söylemiyoruz, söyleyemiyoruz da, söylemeyi hiç bilmiyor ve önemsemiyormuş gibi yapıyoruz. Sürekli bir şeylermişiz gibi davranıyoruz zaten, artık sadece sahnelerimizi oynuyoruz.

Yetenekli estetikçiler çağında, şekillerimizin yanı sıra olduğumuz insanları da değiştiriyoruz. Değişecek olan her bir yeni insanla skor tahtamızı çarpılıyoruz. Sevmiyoruz bizden olmayanları, değişmeyenlere deli diyoruz arkalarından, devirip gözlerimizi kocaman kocaman açarak hem de. Kendisine benzeyebilen her şeyden nefret ediyoruz. Bu halimizle hormonlu sebzeler çağına nasıl güzel ayak uyduruyoruz.

Gizemler için gecikmiş, kendi kaybını kabullenmiş, en güzel Piyale Madra tarafından anlatılabilen karikatürler olarak geçiyoruz yeni tanımıyla “modern yaşamımız”a. Bir kadeh alaycılığı kaldırıp havaya, şerefimize içiyoruz.
Kendimizden geçiyoruz.

Künye:

1986’da Lucio Dalla tarafından, dünyanın en ünlü tenorlarından Enrico Caruso’ya (1873 – 1921)itafen bestelenmiştir. Hayatının son gecesinde, Sorrento Körfezi’ne bakan balkonuna çıkıp bu şarkıyı söylediği ve balıkçıların onu hayranlıkla dinledikleri ve sonrasında odasına çekildiği ve o gece hayatının sona erdiği rivayet edilir.

Sözleri, İngilizce çevirisiyle birlikte

http://www.oneloveandrina.com/journey2004/caruso.html

adresinde bulunabilir.

No comments: