Derinlik Sarhoşluğu
Bazı takım filmler vardır, oynayışının üzerinden yıllar geçse de aklınızın en ücra köşelerine sinen küçük sahneleriyle sık sık kendilerini hatırlatırlar size. Luc Besson filmleri genelde bende böyle bir duygu yaratır. Özellikle de Leon ve Derinlik Sarhoşluğu; zaman zaman repliklerini hatırlatacak kadar unutulmaz hale gelmişlerdir.
Derinlik Sarhoşluğu, deniz üzerine bir methiye gibidir. İki dalgıcın kendi aralarındaki dostlukla başlayan rekabetleri ve arada genç dalgıç Jacques’in bir sigorta şirketinde çalışan Johana ile yaşadığı ilişki; filme büyük bir zenginlik katar. Bir sevgilinin fotoğrafı yerine endoskopisine bakıp duygulanmak herhalde efsane olmuş aşklar için geçerlidir.
Filmin, önemli iki karakterinin çocukluğuyla başlayan görüntüleri, yönetmenin çocukların dünyasına kondurduğu gizli bir kamera etkisini verir. Bir belgesel gibi izleriz kıskançlıklarını; birbirlerine üstünlük taslamalarını ya da korkup geri çekilmelerini. Filmin içinde kısacık bir başlangıç sahnesi olarak düşünülen bu bölüm, öykünün devamıyla ilgili olarak haklı bir umut içerir içinde. Sonrasında bu çocuklar büyüyüp kocaman adam olduklarında Enzo aynı çocukluğundaki hırslı, yenilmeyi hazmedemeyen karakterine; Jacques ise çekingen; genç yaşta babasını kaybetmiş olmanın da verdiği sessizliğine bürünür. İkilinin ilişkisi de çoğunlukla bu karşıtlıklar uyumu üzerine kuruludur.
Film manzaraları ve müzikleriyle de büyük bir keyif sunar bize. Ve Enzo ile Jacques arasında geçen kısa dialoglarla güldürür de… Enzo’nun gerçek anlamda karakterini koruyan “İtalyan” annesi, kardeşi ve film boyunca iştahımızı kabartan makarna yeme sahneleriyle film bir güzel sahneler şölenine dönüşür.
Fakat bir şekilde Johana’nın aşkıyla bizi sarhoş eden, Jacques ve Enzo’nun amansız rekabetiyle içimizi sıkıntıya boğan filmin asıl gücü, karakterler arasındaki dünyayı yorumlama farklılığı ve yönetmenin bu durumu ustalıkla sergileyişidir. Bir piyano başında geçen Enzo-Jacques dialoğunda; Jacques Enzo’ya “Bana her şeyi anlat” diye sorduğunda gerçekten yaşama dair bir sırrı; Enzo’nun dayanıklılığının ya da hayatla bunca kolay baş edebilmesinin sırrını sorar gibidir. Enzo şaşkın bir şekilde sorar “Ne hakkında?”. Ve Jacques sorusunu bir kez daha yineler “Her şey”. Enzo’nun verdiği cevap kısa ve güldürücüdür. “oh mamamia!” Enzo yaşamakla meşguldür ve durup bunun üzerine kafa yormakla pek de vakit kaybetmez gerçekten. Jacques ise ince eleyip sık dokumaktan gerçeklikle olan ilişkisini kaybetmiştir.Ve Johana’nın neredeyse kendi kendine yaşadığı sevgililik duygusu hiç etkilemez onu. Biyolojik bünyesini bile değiştiren deniz, film içinde büyük öfkemle karşılaşan yunuslarıyla çeler aklını. Hiçbir müzik, hiçbir dans ya da hiçbir cümlenin bir şey ifade edemediği bir yerden izler dünyayı; kimse hayatında hiçbir şeyi böyle sevemez dedirtirken bize gözyaşları arasında. Hüzünlü finaliyle film içimizi burkarak biter. Kırılmış bir rekorun haklı sevincini çok görür Besson bize.
Pek çok dalgıca da ilham vermiş olan film; milli dalgıcımız Yasemin Dalkıran’ın rekorlarıyla bir kez daha gündeme gelmiş ve yakın bir zaman içinde de cnbc-e’de yayınlanmıştı. Fakat televizyonlarda gösterilen haliyle filmin ciddi bir sansüre uğradığını görüp üzülmüştüm ben de. Belki filmin çok uzun olmasından kaynaklanan ya da LucBesson’un bize son anda bu sahnelerle ilgili endişesiyle attığı bir kazıktı bu am aeğer filmi izlemek isterseniz bir şekilde “uncut version” etiketli olanını almanızı öneririm. Çünkü Enzo ve Jacques’in suyun altında; derinlik sarhoşluğu ve bir iki yudumun etkisiyle yaptıkları vals; gerçekten görülmeye değer…
Künye
Derinlik Sarhoşluğu
Le Grand Bleu
The Big Blue
Yönetmen: Luc Besson
Oyuncular: Rosanna Arquette, Jean Marc Barr, Jean Reno
Müzikler: Eric Serra
Dört Günde Roma
13 years ago
No comments:
Post a Comment