Dikkat, görmenizi istediğim şeyler var

Yaz boyunca sinemaya gitme fırsatım pek fazla olmadı ama sezonu Son Durak
2’le açtım ve film boyunca oturduğum koltuğa kilitlenip kaldım. Bol hareketli, bol sesli film; ölüm senaryolarında zaman zaman tekrara girse de zamanın üzerinizden akıp gitmesini sağlayabilen bir aksiyon. Yani diğer bir anlatımla; filme girdiğinizde sıcak ve kalabalık bir sokaktan ayrılıyorsunuz ve çıktığınızda akşam olduğunu; ortalığın serin bir sessizliğe ulaştığını fark ediyorsunuz; sanki o kadar zaman geçmemiş gibi...

Tatile gitmeden önce izlediğim son film Vanilla Sky’dı ve neredeyse tüm tatili; bunu biri için taşıyor olabilir miyim diye düşündüm. Yani biri aslında benim o kadar da zevk alamadığım bu tatilin hayalini kurmuştu ve bir sanal sistem sayesinde bu hayatı onun yerine benim yaşamam uygun bulunmuştu.
Sonuç olarak gerçek anlamda çok dara düştüğüm; bitsin artık çığlıkları atmaya hazırlandığım zamanlarda bu düşüncenin beni çok rahatlattığını söyleyebilirim. Ve zihninizin en gizli sorularıyla oynayan (“neden ben?” gibi ) bu filmi şiddetle tavsiye ederim.

Yaz okumalarına elime tesadüfen geçen bir kitapla başladım. Türkiye İş
Bankası Yayınları’ndan çıkan “Don Emmanuel’in Alt Tarafları”; hayali bir
Latin ülkesinde geçiyor. Gerillalar; askerler, burjuva ve köylüleriyle aslında garip bir şekilde ülkeme çok yakın bulduğum hikayeler barındıran bu kitap birçok yerinde beni gülmekten ağlatırken bazı yerlerinde de hüznün içinde; “bunların hiç biri hayal değil; biz bile yaşımız tutmamasına rağmen biliyoruz bu öyküleri” dedirtti.

Bir diğer yaz okuması; çok kısa süren bir İstanbul serüveni oldu benim için.
Gerçekten de incecik bir kitap; “Git Kendini Çok Sevdirmeden”... Tuna
Kiremitçi; şiirsel dilinin büyüsüyle öykücülüğü birleştirmiş ve ortaya gerçekten keyifle okunan bir kitap çıkmış. Fakat şunu da atlamak istemiyorum ki öykünün bazı yerlerinde okuyucuyu biraz da belirgin bir şekilde yönlendiren “şimdi hüzünleneceksiniz” duygusu biraz eski Türk filmlerini anımsattı bana. Ama bu küçük ayrıntı dışında dediğim gibi bir anda Moda’ya gezmeye gelmek gibiydi oradan.

Sonuncu yaz okuması ise üzerine başka bir kitap okumak istemeyeceğim kadar keyifle okuduğum ve bittikten sonra bazı yerlerine bir kez daha göz gezdirdiğim; gerçek bir okuma oldu. Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi dörtlemesinden 2.si olan “Karıncanın Su İçtiği”; kelime zenginliği; kelime üretimi ya da gündelik konuşma dili üzerine uzun uzun kafa yordurdu bana. Öykü kuruluşunun ve tasvirlerin mükemmelliği; bu büyük usta hakkında söylenebilinecek bir iki güzel sözü bile geçersiz kılıyor. Talihsiz bir şekilde; öyküye 2. kitaptan başlamış oldum ama ilk fırsatta ilk ve 3. kitapları da edineceğim. Sanırım ileride pek çok okumayı ya da izlemeyi hatırlamayacak bu zihin ama bunu ömrü boyunca hatırlayacağına eminim.

Son olarak; yaz boyunca canıma okuyan türlü çeşit kötü müzikten sonra evime geldiğimde ilk iş teybe Coldplay yerleştirdim; ev yapımı bir buzlu kahve hazırladım kendime (asla el yapımı kadar güzel olmuyor o poşetten çıkanlar) ve oturup geçen nemin; yeni dönemin ve genel olarak gidişatın dökümünü yaptım. Söylenmez ya; yakın zamanda yeni yaşıma gireceğim ve hala çocukluğuma dönebileceğime dair bir inanç biriktiriyorum içimde... Teknolojinin henüz hayallerimin hızına yetişebildiği söylenemez ama çıkmadık candan da ümit kesilmez...

Yakın zamanda; hayatın hızını yakaladığımda ki şu sıralar hala sabah kalktığımda denize gidemeyecek olduğumu fark edip büyük hayal kırıklığına uğruyorum; bol film izlemek ve yazmak niyetindeyim...

Sonra görüşürüz...

No comments: