Dikkat: görmenizi istediğim şeyler var (VI)
Çok hareketli olmamakla birlikte keyifli bir hafta sonu geçirdim. Ne zamandır izlemek istediğim Halka filmini izlemek üzere sinemanın yolunu tuttuk kardeşimle. Daha öncesinde vcd olarak aldığımız Halka filmi, Japon üçlemesinin ilkiydi. Sanırım bunu anlatmalıyım..
Halka filmi, ilk olarak bir Japon yönetmen tarafından bir üçleme olarak çekilmiş. İlk bölümünü seyrettiğimde, Amerikan korku klişelerine biraz göz kırpan fakat asla “aptal” anlatıma indirgenmemiş bir filmdi. Kendi içinde bir bütünlüğü olduğu göze alınırsa ikinci ve üçüncü bölümlerin sonradan çekildiği düşünülebilir..
Aklımda filmle ilgili pek çok bilgiyle birlikte girdim sinemaya. Çünkü tüm gazetelerin hafta sonu ekleri sinema sayfalarında muhakkak bir iki satır
yazmışlardı konuyla ilgili olarak.. Film, üçlemeyi gerçekten iyi toparlamıştı, korku ve gerilim filmi severlerin biraz hayal kırıklığına uğrayacağını düşünüyorum. Çünkü eski korku filmlerinin en önemli klişeleriyle bir potpuri yapılmış gibiydi.. Yani, mesela yanık el kısmı
Carrie filminden araktı.
Güzel bir korku olmasının yanında film, Amerikan korku filmi standartlarını bir kez daha gözler önüne seriyordu.. İzleyiciyi neredeyse küçük düşürecek kadar çok tekrar, ipuçlarının neredeyse insanın gözüne sokulması ve iyi karakter, kötü karakter ve ölecek olanlar gibi bir üçlemenin neredeyse filmin ilk on dakikasında anlaşılması gibi. Film çekilirken baz alınan İQ düzeyi, inanın bizimkinin çok altındaydı. Bunu daha bir çok Amerikan ve maalesef Küçük Amerikan filminde de görmek mümkün. İzleyiciyi yormamak kaygısıyla çektikleri filmleri Tom ve Jerry çizgi filmlerine döndüren bu yönetmenlerin, algı seviyesi yüksek izleyici üzerinde yarattığı tahribatı tahmin bile edemezsiniz.. Filme giriyorsunuz ve filmin son yirmi dakikasını filmin ilk on dakikasında çözdüğünüzden, filmi patlamış mısıra eşlik etsin diye izlemiş oluyorsunuz…
Fakat bu anlatım tarzından tamamıyla uzak, izleyiciyi tamamen kontrolü altına alan bir anlatımın da olduğu filmleri ayırmak gerekiyor. Otomatik
Portakal, Dövüş Kulübü gibi yeni sayılabilinecek filmlerle, bir korku
klasiği olan Kuşlar gibi mesela..
Ve bunlara ek olarak Married With Children, Seinfileld gibi dizilerle
Simpsons ve Southpark gibi çizgi diziler, bu mantığı hedef alıp savaş açan örnekler. Kurgularıyla yapaylıktan tamamen uzak ve kendini anlatmak derdi taşımayan bu dizilerin bunca çok izleyici topluyor olmalarını bir isyana benzetiyorum ben.. Sanki izleyici, ben sandığın kişi değilim işareti veriyor gibi...
Hafta sonunun bu konuyla örtüşen bir güzelliği ise kardeşimin getirdiği
Duman grubunun Belki Alışman Lazım cd’si oldu. İlk albümlerinde bir tavır yakalayan grup, aynı iddiayı bu albümde de yinelemiş. Arkadaşlarımla konuştuğumda ortak fikrimiz grubun yaptığı en kötü işin, Sezen Aksu’dan dinlemeye alışık olduğumuz Beni Yak şarkısını yorumlamak olduğuydu. Şarkı, evet çok güzel yorumlanmıştı ama yenilikten uzaktı. Albüme konacak hangi güzel bir diğer Duman şarkısının hakkını yediğini düşünüyorum hala.. Bunun dışında klasik bir “eğitici-öğretici olma” özelliğini taşıyan Masal da müziğiyle dinleyiciyi doyururken sözleriyle biraz kulak tırmalıyor. Ama genel olarak albüm, özellikle de Bal ve Belki Alışman Lazım parçaları, bizim IQ düzeyimiz hedef alınarak yapılmış diyebilirim. Vedat Günyol’un bir yazısında bahsettiği, kimler azınlık sorusu bir kez daha aklımda çınlıyor… Rengimizle değil ya da paramızla ya da fakirliğimizle değil ama düşüncelerimiz ve sözlerimizle azınlık kaldık bu toplumda. Ve bizim yaşadığımız manevi işkenceyi Hitler bile kurgulayamazdı sanıyorum...
Dört Günde Roma
13 years ago
No comments:
Post a Comment