Türk Edebiyatı’ndan Bir Roman: Eylül

Edebiyat derslerinin ismi ve yazarı, bir de bir konuda ilk olduğu ezberlenip sonrasında sonsuza dek unutulan romanı Eylül, aslında Mehmet Rauf’un insanı gerçekten etkileyen, ruhuna dokunan ve Türk Edebiyatı’nda psikolojik roman denebilecek roman türünün ilki sayılabilinecek eser olması açısından incelemeye gayet değer bir eser. Zaman zaman basit olay örgüsüyle “hadi canım bu kadar da olmaz ki” dedirtse de gerçekten ince işlenmiş kişi çözümlemeleriyle bir düşünüşün sonsuz yolla tasvirinin başarısını gösteriyor bize. Klasikleri okumak sevdasında düşenlerin listesinde bile son sıralarda yer alan roman, gerektiği değeri göremiyor gibi.

Eylül ismi, öyküsünü yaşayan bir tutkunun, yaşandığı mevsimle sonsuz bir uyumla örtüşmesi üzerine konulmuş. Öykünün ana kahramanları olan Suad, Süreyya ve Necib, kalabalık bir malikânede kentten uzak bir hayatın içinde sıkılırken sonrasında üç kişilik bir hayalin peşine düşüp Boğaz’da, fildişi kule olarak adlandırdıkları bir küçük villaya geçerler. Yalıda bıraktıkları kalabalık ailelerinde Hacer, kocası, büyük hanım, büyük bey ve dadı karakterleri roman içinde çok da fazla yer almasa da, büyük hanım ve bey değişmeyen eski zaman alışkanlıklarını ve Hacer ve kocası sonradan görmelik ve özentinin örneklendirmeleri olarak yazarın dönem eleştirisi yaptığı önemli bölümler.

Suad ve Süreyya’nın boğaz’a taşınmalarındaki öncelikli kişi Süreyya’dır. Kara hayatından sıkılan ve denize büyük bir özlem duyan bu genç adam yaşadıkları büyük, kalabalık ve esasında oldukça büyük bir konfor içeren evde oldukça sıkılmaktadır. Eşinin mutluluğu için her türlü fedakârlığı göze alan, onun en ufak üzüntüsüyle kendini mutsuz hisseden Suad, bu taşına işleminin gerçekleşebilmesi için babasından para isteyerek Boğaz’da bir konak alınmasını sağlar. Öykü içinde Süreyya’nın dilinden kara ve deniz insanı arasındaki fark, Boğaz’ın neredeyse adres tarif edilir gibi yapılan mekân anlatımları, incelikle süslenmiş betimlemeleriyle her gün batımı, her rüzgâr esintisi ya da her taze kokusuyla yağmur sonrası gözümüzün önünde gerçekleşiyormuş gibi bir hisse kapılırız.

Mutlulukla akan taşınma dönemi, sonrasında kendiliğinden bir tekdüzeliğe kavuşmaya başlar. İlk heyecanlar bittiğinde ise Eylül ayı, çok farklı gelişmelere gebe, korkular ve şüphelerin, içten içe iftiralar ve yalanların yer aldığı bambaşka bir havaya bürünür. Duyguları alt üst olan Necib ve Suad, yaşadıkları fırtınalı duygular boyunca belki tek bir imalı cümle etmeden, en ufak bir aşırılığa kaçmadan bu fırtınayı atlatmak zorundadırlar.

Eylül romanının bugünün koşullarıyla okunması, enteresan bir çelişkiler yumağı yaratır okuyucuda. Telefonların ve bilgisayarların olmadığı, televizyonların evimizde ve hayatlarımızdaki başrolü almadığı bu dönemde; kadınların inceliği, kadınlara verilen önem ve sadakat, evlilik gibi bir yandan nasıl yıkılmaz kaleler gibi görünüp diğer yandan kişilerin birey olarak yaşadıkları psikolojik değişikliklerin bu sarsılmaz sanılan düzenleri bile nasıl yıktığı, akıllarda tabular ya da suçlamalar yaratmadan anlatılmaktadır. Bu açıdan roman, günümüz koşulları içinde hikâye gibi gelen İstanbul anlatımları bir yana bırakıldığında (ki bu bizim suçumuzdur aslında, Mehmet Rauf bu değişimden muaf tutulmalıdır) evrensel ve zamanlar ötesi bir duyguyu anlatmakta ve böyle bir zemini yakalamaktadır. Diğer yandan günümüz televizyon öğretisinin ezip ayaklar altına aldığı aşkın, aslında nasıl kutsal ve yüce, yaratıcı, yok edici, yaralayan ve aynı zamanda tamir eden bir duygu olduğunu anımsatan bir özlem gibi de okunabilir aslında. Yaşadığı evin önce küçük sonra büyük oğluna âşık olan, araya bir yığın sevda emel ve hüzün biriktiren 16 bölümlük dizi karakterlerimizin aslında ne kadar da dere kenarlarında oynaştıklarını, aşk denen şeyin aslında her türlü güzellikle beraber aynı zamanda her türlü tehlikeyi de taşıyan bir okyanus olduğunu anlatır. Necib’in Suad’a bakışlarıyla yalvarırken ya da Suad’ın usul bir “Gitmeyiniz” deyişinde, belki zamana belki teknolojiye belki de “Sevgililer Günü” hediyelerine tutsak ettiğimiz sevmek fiilinin özü anlatılmaktadır bize.
Final olarak pek çok okuyucunun ta yazının başından beri cevabını aradığı bir soruyu cevaplamak isterim: ”Peki, kolay okunabiliyor mu bu roman”. Her şeyi bir hamburger süratiyle tüketebilen sevgili okuyucular için maalesef kötü bir haberim var, hiç de öyle kolay okunabilen bir roman değildir Eylül. Şaşkınlıkla irkilen ifadelerine ise şu söz söylenmelidir, “Zaten aşk da biraz uğraş ister”…

Künye:

Yazar: Mehmet Rauf (1875–1931)
12 Ağustos 1875 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Balat'daki Mahalle Mektebi’yle, Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi'nde gören Mehmet Raûf, Bahriye mektebini bitirerek (1893) deniz subayı oldu. 1894'de staj için Girit'e, 1895'de Kiel kanalının açılış merasiminde bulunmak üzere Almanya'ya gönderildi ve dönüşünde Trabya'da elçilik gemilerinin irtibat subaylığına atandı. Üç kez evlenen (ilki Tevfik Fikret'in halasının kızıdır) ve çeşitli gönül maceraları peşinde sürüklenen Mehmet Rauf 1908'den sonra bahriyeden ayrılarak, hayatını yazarlıkla kazanmaya çalıştı. Cumhuriyet devrinde kadın dergileri çıkarmasına, ticaretle uğraşmasına rağmen ekonomik sıkıntılardan bir türlü kurtulamadı ve yoksulluk içinde, 23 Aralık 1931 tarihinde İstanbul'da öldü.

ESERLERİ
Romanları: Eylül, Ferda-ı Garam, Karanfil ve Yasemin, Genç Kız Kalbi, Böğürtlen, Son Yıldız, Halas, Ceriha, Kan Damlası.

Hikâye kitapları: İhtizar, Son Emel, Aşk Kadını, Eski Aşk Geceleri, İlk Temas, İlk Zevk

Oyun: Pençe

Düzyazı şiirler: Siyah İnciler

Eylül Romanı’nın Bulunabileceği Yayıncılar: Morpa Yayınları, Trend Yayın, Okumuş Adam, Arma Yayınları

No comments: