Hüzünzedelerden Korunma Rehberi

Kaçın, geliyor. Tepesinde pek azımızın görebildiği bir yağmur bulutuyla yaklaşıyor masanıza. Çekeceğiniz ıstırabın farkında değilsiniz. Oysa yavaş adımlarla da yürüyor, yani hâlâ vaktiniz var. O masanıza oturduğunda artık hiç kalmayacak olan vaktiniz. Enerjiniz şimdiden düşmeye başladı bile, oysa o hikayesine daha yeni başladı. Binlerce versiyonu olan, binlerce kez değişik şekilde anlatılmış aynı öykü. Keşke beş dakika önce fark edebilseydiniz.

Arka masanızda oturuyoruz, üç kız. Bizim artık dördüncümüz yok, kaçtık ondan. Telefon numaralarımız değiştirmeyi bile düşündük. Şimdilik sadece gizli gizli buluşmakla yetiniyoruz ama yakalanırsak halimiz harap, onun farkındayız. Oysa diğer yandan, bizim kendimizi sakındığımız sanki kopyalanmış gibi bir sandalye çekip oturuyor karşınıza. Konuşmaları duyabilmek gibi bir endişemiz yok; zaten çok fazla konuşma olmayacağını biliyoruz. İzlemek de istemiyoruz bir yandan ama gözlerimi alamıyoruz bu acı dolu sahneden.

En köşede oturan, en neşeliniz, “N’aber abi ya” diyor, sesinizin karşısındakini hayata çağıran bir tınısı var. Savaşta ilk sürülen er o, kaybedecek, başka yolu yok. “N”olsun ya” diye geliyor cevap. Bunu duymuyoruz ama söylediğinin kelimesi kelimesine bu olduğuna kalıbımızı basarız. Birkaç saniyelik bir sessizlik, neşeli savaşçımızın hayat enerjisinin yavaş yavaş düşüşünü izliyoruz. O kaybetti, onun içi yapılabilinecek bir şey yok artık. Bir anda kapıdan giren iki sağlık görevlisi hayal ediyoruz. Nani nani sesleriyle gelip ağır yaralıyı sedyelerine koydukları gibi terk ediyorlar mekânı. Ya da bir acil servis psikologu, yaralıyı bir köşeye sürükleyip yaşam enerjisi yükleyebilecek biri. Oysa o koltuğunda geriye yaslanmış, kendisinden sonraki kurbanı bekliyor sessizce.

Gelen dostunuz bir çay istiyor kendine, işte o an son ümidimiz de sönüp gidiyor. Aslında biliyorduk asla bu masayı terk etmeyeceğini ama birimiz bir ihtimal olarak sunmuştu bunu; hani bir an alışkanlıklarından vazgeçer ve “Ya sizin de canınızı sıkmayayım” der diye. Aslında beş dakika sonra, çay geldikten kısa bir süre sonra, söylüyor da bunu. Ama çayı ve sigarası yarım, gözlerinden bulutlar geçiyor. Masada bir genç arkadaşınız var, genç bir kız, bir hayli hem de. “olur mu öyle şey” diyor. “Arkadaş değil miyiz biz, hiçbir yere gitmiyorsun.” Öğrenecek ne çok şeyi var diye geçiriyoruz içimizden. Oysa onu kenara çekip şunu söylemek isterdik: “Eğer bu gece biraz olsun huzur istiyorsan, bu adamı yakasından tutuğun gibi, kirli eski ve kokmuş bir elbiseyi tutar gibi, bu kafenin dışına atarsın. Ama elbette buna haddimiz yok. Diğer bir yandan bin kere anlatılsa da herkesin sadece kendi deneyimleriyle öğrendiğini bilecek yaştayız. Usulca izlemeye devam ediyoruz. Bekliyoruz, karşı saldırı gelmek üzere, sadece saniyeler var. İkinci kurban belli oldu, o da ilki gibi telef olmasa keşke…

“Sağ olun arkadaşlar” diyor, kendinden beklenmeyecek kadar yüksek bir sesle.”Sizler olmasaydınız ne yaparım bilmiyorum.” “İşte bu en ağır darbe” diyorum ben, itiraz ediyor yanımdaki. “Bu sadece bir giriş, mutlaka devamı gelecek, hala öğrenemedin” diye ekliyor. “Evde çok bunaldım, belki birilerini görürüm diye kendimi sokağa attım” diyor; dersini çalışmamış ve sözlüde öylece kalıvermiş bir öğrenci gibi yanaklarımın kızardığını hissediyorum. Yanımdaki, “Bak, demiştim” dercesine kaşlarını kaldırıyor, evet konuşmaları duyabiliyoruz artık çünkü kendi sohbetimizi çoktan bırakıp üçümüz de bu eğitici filmi izlemeye odaklandık.

Genç kızımız tek elini onun omzuna koyuyor, bu zavallı bir sineğin örümceğin ağına doğru son sürat uçması gibi. Diğerlerinin onu kurtarmak için bir şey yapmasını bekliyoruz ve elbette bunun gerçekleşmeyeceğini bilerek. Ama bir kez daha yanılıyoruz, masanızdaki ağır başlı, gözlüklü ve sakallı arkadaşınız “Ne oldu abi ya” diyene kadar. Utandırıyor bizi, ne yalan söyleyelim. “Evdekiler” diyor “Hep aynı terane işte.” “Bu sözleri suya papara yapsan kediler bile yemez.” diyorum usulca, “İnsan kaçıncıdan sonra öğreniyor acaba” diye soruyor, şimdiye kadar hiç konuşmamış olan diğer yanımdaki. “Bir rehber hazırlamalıyız belki.” diyor diğeri. “Belki de herkes yaşayarak öğrenmek zorunda kalmaz.” Aslında hak veriyorum ona. Yani boğaz köprüsünden atladığınızda öleceğinizi bilmek için atlamanıza gerek var mı sizce? (Hoş atlayıp da ölmeyen pek çok insan da her tecrübenin her insanda farklı bir sonuç verebileceğini gösteriyor ama…) “Evet, bence de hazırlamalıyız” diyorum, masanızın geri kalan sağlarına hüzünle bakarak. Çok sevdiğim bir tanımlamadır; “Sonra birer birer” der, kampa giden gençlerin tek tek ve ardı ardına gerçekleştiğini anlatmakta olan korku yazarı. Acıklı sonu yüreğimin ve sabrımın kaldırmayacağını fark edip (çünkü bunu bizzat yüzlerce kez yaşadım ve masada bana eşlik eden arkadaşlarım da) “öyleyse çalışmaya başlayalım.” Diyorum. Ve az sonra okuyacağınız rehber çıkıyor ortaya, dilerim biraz olsun faydası olur…

Hüzünzedelerden Korunma Rehberi
Kısa Sözlük

Hüzünzede: Kendi hayatını, başına gelen çoğunlukla incir çekirdeğini doldurmayacak ama zaman zaman şanslıysa önemli sayılabilinecek vakalara üzülerek geçiren ve çevresindeki kişileri de çok kısa sürede kendi karamsar ve hayattan koparabilecek hüzün bulutlarının içine sokabilecek kişi.

Kurban: Başına geleceklerden habersiz, kendisine doğru gelen ağır hastalıklı hüzünzedeyi kucaklamaya çalışan kişi. Virüs çok kısa sürede onu da etkisi altına alacaktır ve belki bir iş çıkışı biraz olsun huzur ve keyif arayan bu sağlıklı kişi, yanına gelen davetsiz misafiri yanına davet ettiği an keyfe ve huzura veda ettiğini anlamayacaktır.

Tecrübeli Kurban: Grupla birlikte olan ve bu ıstırabı daha önce çekmiş olan kişidir. Birlikte olduğu arkadaşları çoğunlukla onu zalim ve duyarsız olmakla suçlarlar. Fakat birkaç tecrübeden sonra hepsinin buluşacağı yer bu noktadır. Hüzünzedeye karşı iğneleyici ithamlarda bulunur ve onu çevresinden uzaklaştırmak ve arkadaşlarını korumak ister ama bu davranış genelde yanlış anlaşılır ve genelde arkadaşlarının ilk eğitimine katılmamayı tercih ederek ortamı terk eder.

Saka: Ortamdaki güzel ve saf kızdır. Hüzünzede, ortama geldiği ilk an onun varlığını keşfeder ve tuzağını ona göre hazırlar. Pek az saka bu tuzaklardan korunabilir, eğer yanlarında tecrübeli bir kurban ya da saka yoksa. Ve maalesef bu sakalar içinden hüzünzedelerle evlenenler de olabilmektedir.

Tecrübeli Saka: Ortamın sakasının bir iki badireyi atlatabilirse eğer ulaşabileceği rütbedir. Tecrübeli sakalar, ortama sızmaya çalışan hüzünzedeyi hemen tespit eder ve ortamdaki diğer sakaları uyarmaya çalışırlar. İkna kabiliyetleriyle orantılı olarak başaralı olurlar ama kıskançlık ya da duyarsızlıkla da suçlandıkları sıkça görülür.

At: Tecrübeli kurbanlardır ama saka değillerdir. Kurban olmamışlardır çünkü Hüzünzede tarafından yeterince ilgi çekici bulunmamışlardır. Bu gizlenmişlik onlara, alışılmış pek çok Hüzünzede davranışına karşı bilinçlendirecektir. Tecrübeli kurbanlardan farklı olarak atlar mücadeleden kaçmazlar ve genelde savaşımları karşı tarafın çekilmesi (çekilmek ille kalkıp gitmek değil, sinemaya gitmeye karar vermiş bir gruba katılmayı kabul etmek gibi sıradan bir şey de olabilir) şeklinde sonuçlanır.

Kurallar

  • Hüzünzedeyi tanımak ille de onula tanışmak mecburiyetinde olmak değildir. Eğer ortamına bir Hüzünzede geldiğini sezen bir tecrübeli saka varsa seni uyaracak ve seni korumaya çalışacaktır. Ona direnme.

  • Hüzünzedelerin pek çok farklı hikayesi vardır. Bu hikayeler zaman zaman gerçeklere dayanabildiği gibi çoğu zaman öğrenilmiş önceki öykülerin bileşkesinden oluşur. Bir öykünün gerçeğe mi dayandığını yoksa bir bileşke mi olduğunu anlayabilmek için çözüm basittir. Detaylar. Hüzünzede olduğundan şüphelendiğin birine bahsettiği olayların ne zaman, kimlerle ve ne şekilde gerçekleştiğini sor. Sorularının cevapları “Bilmiyorum” olarak cevaplanıyor ve hatta kesiliyor ve öykü karakterlerinde tutarsızlık hissediyorsan uzaklaşmanda yarar var.

  • Bir Hüzünzede nadiren yüksek sesle konuşur. Sorularından dolayı öfkelenen hüzünzedenin sıkışmakta olduğunu hissedeceksin. Böyle bir durumda geri çekilme ve arkadaşlarını da bu oyuna katmanın yollarını ara. Mesela hüzünzedenin, olayın geçtiğini iddia ettiği yer hakkında arkadaşlarına da sorular sor ve çelişkileri ortaya çıkarmaya çalış. Belki bir insanı yalanını ortaya çıkararak küçük düşüreceksin ama inan bana yaşayacağın yorgunlukla kıyaslandığında bu bedel hiçbir şey. Ve diğer yandan kurtarmakta olacağın diğer kurban ya da sakaları düşün.

  • Artık hüzünzedeyi tanıyabiliyorsan eğer bir ortama hüzünzede geldiğinde önünde iki seçenek belirecektir. Ya kaçacaksın ya da bir at gibi savaşacaksın. Eğer o gün kendini savaşabilecek kadar güçlü hissediyorsan ve çevrende de güçlü karakterlerden en az bir tane mevcutsa (tecrübeli kurban ya da saka) onları bir ittifak kurmaya yönlendirebilir ve hüzünzedeyi masandan uzaklaştırabilirsin. Ama yalnızsan ve kendini yeterince güçlü hissetmiyorsan ya yaşayacağın eziyete katlanmalı ya da ortamı terk etmelisin.

  • Bir dişi hüzünzede ve bir erkek hüzünzede tanıyorsan onları mutlaka tanıştırmalı ve birlikte olmaları için bir çözüm geliştirmeye çalışmalısın. Bu çaban pek çok saka ve kurbanın hayatını kurtaracaktır.

  • Ve son olarak, eğer bir gün kendinin de bir hüzünzedeye dönüşmekte olduğundan şüpheye düşersen yukarıdaki öyküyü bir kez daha okumalı ve hangi karakter olduğunu dürüstçe kendine söyleyebilmelisin ve eğer şüphelerinde haklıysan ya bir psikolog ile görüşüp sorununa çözüm bulmaya çalışmalı ya da hüznünü çok sevdiğin bir iki kişi dışında kimseyle yaşamamalısın. Bir seri katile “Öldürme lütfen” demek gibi bir şey, biliyorum ama inan bana, başarabilirsin.

No comments: