Küfür Uzak Değil Bize
Zargana, Piç, Hakan Günday
Bizden nefret eden, bizi sürekli içine çekip içinde öğütmeye çalışan, nefretlerimizi hırslarımızla törpülemeye çalışan bu en şahane, en modern “Yeni Dünya Düzeni”nde; en bize ait kalan, en içimizden gelerek sarf ettiğimiz sözcüklerimiz küfürlerimiz. Varlığımızı bize kanıtlayan bir ışıltılı kelebek:S.tir
Hakan Günday, okuyucusunu arma zahmetine gerek duymayan, ilan tahtalarında reklâmlar yayınlatmak ya da satış fiyatlarını yarısından da aşağı çeken (ki bu da bizim, o kitapları zamanında alan dinozorların kazıklandığı anlamına gelir), okuyucusundan öyle büyük dalgalandırıcı hareketler bekleyen bir yazar değil. Belki de o yüzden kitaplarını aradığımda “Türk Romanları” başlığı altında değil de “Yeraltı Edebiyatı” başlığında bulabildim. Son zamanların Türk roman yazarlarını çok severek okuyan biri için bile Hakan Günday büyük bir keşif, tarihe geçecek bir isim oldu benim için.
Piç, hayatıma bir arkadaşımın hediyesi olarak girdi. Raflarda ilk gördüğümde yaşadığım ilk uzak durma isteğini, bulaşmama çabasını ve bunların beraberinde yaşadığım çekinceyi, kapakta yer alan resme borçluydum aslında. Bunca karanlık bir şey okumamalıydım. Alışageldiğim hayatımda kendimi kışkırtmamalıydım. Tüm kitaplar yazıyordu işte bir şeyler, gidip “Mutluluğun On Basit Kuralı” ya da “Herhangi bir şeyini borç veren nüfus müdiresi” okumalıydım. Ve ben kendi dediğime sadık kalırken o arkadaşların arkadaşı, kitap okumak kadar ruh okuma tecrübesine sağlam adam, bir merak içinde beklerken doğum günü hediyemi elime korktuğumu tutuşturdu. Artık kaçış yoktu, tüm o diğer kitapların okunamayacağı ortadaydı.
Zargana ise intihardı. Çekilmiş bir silah, az önce yutulmuş taze uyku hapları ya da rayların üzerine atlamaktı. Bu dünyaya bir daha dönememekti, hoşgörülü olamamak, uyum sağlayamamak ya da zaten asla uyum sağlanamayacağına ve şimdiye kadar sağlandığı zannedilen uyumun sadece bir boyun eğme olduğuna dair bir kanıttı. Yakılan son köprüydü, demiyorum çünkü bir de Kinyas ile Kayra var sırada ama o burada adından bahsettirmeyecek şimdilik. O beklemeli bir başka anlatımda hayat bulacak olan hikâyesini.
Ne anlatıyor Piç, ne anlatıyor Zargana… Bu iki roman için de pek çok yerde, pek çok cümle içinde “kaybedenlerin öyküsü” tanımlamasıyla karşılaşacaksınız ki buna itirazım yok aslında. Ama kaybetmenin türlü türlü şekilleri vardır ve bütün kaybedenler aynı kefede tartılmamalıdır ki yaşadığımız hayat bize kolaylık olsun diye (!) bunu böyle sunar, itirazım var. Nasıl iyiler 50, 60, 70 ve üzeri diye ayrılabiliyorsa kaybedenler de 50nin atkında olarak hesaplanmamalı ve her kademedekiler ayrı düşünülmelidir. Ve kaybedenler ya da pek çoklarının deyimiyle uyumsuzlar başkalarından değil sadece kendilerinden dinlenmelidir. Hiç kelebek görmemiş birine kelebeği anlattırıp sonrasında da anlatılanlardan yola çıkılarak fanteziler uydurmanın gerçekten gereği yoktur.
İşte bunu anlatıyor demek istiyorum ama aslında bunu da demiyor. Kendi içinde hiç’likle dertli hikayeler anlatıyor, kurcalıyor, soruyor, kızıyor ve tüm bunları yolda yürür gibi, bakkaldan sigara alır ve paketin üzerinde yazan “bu var ya bu seni öldürür” yazısına hass.tir der gibi yapıyor. Onun geçebildiği duvarlar yanında ne aldığımız terfilerin, ne patronun övgülerinin ne de geçilen vizelerin ya da finallerin bir anlamı kalıyor. Binmiş olduğumuz o salak, rutubetli gemiden ayrılmamız gerektiğini ve onunla birlikte batmakta olduğumuzu anlatıyor, çıkın diyor, kendinizi kurtarın diyor, ölüyorsunuz ve hatta çoktan ölüsünüz diyor. Duymamak için kapağı kapamak pek de yeterli değil, aklını temizleyemiyor insan bilgisayarındaki cookiesleri ya da temprorary internet files’ları sildiği gibi. Ama eminim “daha verimli bir insan yaratmak” için yakın zamanda genetik bilimi bu konuya da bir çare bulacaktır.
Ama bu değil elbette aslında bir kitap eleştirisinden beklenenler.
Piç: dört garip adam, sevgilileri, aileleri, arkadaşları, içkileri, terasları, şişme bir yatak, bir adet Taksim Parkı, bir adet Taksim Meydanı, bir adet taksim Meydanı’nı gören restoran, bir takım iş çevresi falan. Onların ve çevrelerinde gelişen olayların trajikomik ve duygulu hikâyesi
Zargana: Genç yaşta ailesinden ayrılıp Berlin sokaklarında hayatını hiçliğe adayan bir adam, bir başka benzeri adam, bir başka benzeri adam ve bir takım kadınların ve içlerinde bir takım cinsiyetini kaybetmiş, erkek dünyası içinde erkekleştirilmeye çalışmış kadının hikâyesi.
“Salak” yazdığım zaman beni uyaran,”Argo ya da kaba sözcük” diyerek hizaya geçmemi emreden sevgili yazı programı “Microsoft word”, bunları yazmamda hiçbir sakınca görmedi. Onun onayından geçen bu tümcelerle kitabı okuyacak olanlardan şimdiden özür diliyor ve başlarına gelebilecek hiçbir şey hakkında sorumluluk kabul etmiyorum. Ve son olarak okuyucuya bir ek hizmet olarak buraya gelirken yürünen yerler, dinlenilen müzikler ve okunan kitaplar hakkında küçük bir ipucu sunuyorum.Ve cümlemi benim için “merhaba” kadar doğal kullandığım ve karşıladığım o en sevdiğim kelimeyle bitiriyorum: “Has.tir”…
Eleştirmen buralarda gezindi:
Kadıköy: Moda Sahil, Fasıl, Eski Hasır, Akmar Pasajı, İdris’in Dükkân, Marmara Kafe, Trip
Taksim: İstiklal Caddesi, Sahibinin Sesi, 45’lik, Badehane, Platform Güncel Sanatlar Merkezi
Bunları izledi: Hair, Full Metal Jacket, Matrix, Yüzüklerin Efendisi, Dalgaları Aşmak, Yağmurdan Önce, Örümcek Kadının Öpücüğü, Hayat Treni
Bunları dinledi: Placebo, Radiohead, U2, Sezen Aksu, Duman
Bunları Okudu: Oğuz Atay, Tezer Özlü, Turgut Uyar, Edip Cansever, Mehmet Eroğlu, Elif Şafak
Bunları yedi içti: Kızılkayalar’dan hamburger, Bereket’ten döner, Nizam’dan pide, Kadıköy sahilde tost, Mercan’da kokoreç
İyi okumalar, gezinmeler, dinlemeler, izlemeler, afiyet olsun…….
Künye:
Zargana
Hakan Günday
Doğan Kitap
190 s.
Piç
Hakan Günday
Doğan Kitap
224 s.
Yazar Hakkında:
Hakan Günday
Hakan Günday 29 Mayıs 1976'da Yunanistan'ın Rodos Adası'nda doğdu. İlkokulu Brüksel'de bitirdi. 1994 yılında Ankara Tevfik Fikret Lisesi'nden mezun oldu. Aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca Mütercim Tercümanlık Bölümü'ne girdi. Bir yıl sonra Brüksel'de bulunan Üniversite Libre de Bruxelles'in Siyasal Bilimler Bölümü'ne kaydoldu. Ama yine bir yıl sonra, yeniden Ankara'ya döndü ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'ne yazıldı. Halen bu üniversitede öğrenci. İlk "Kinyas ve Kayra" Om Yayınları tarafından yayımlanan (2000) Hakan Günday, İstanbul’da yaşıyor.
Dört Günde Roma
13 years ago
No comments:
Post a Comment