Dikkat: görmenizi istediğim şeyler var ( III)
Ermişler ya da Günahkarlar
Her bebek güzeldir aslında. Sonradan bir şey olur o bebeklere. Başka başka karakterler edinir, başka düşüncelerle sevdiğimiz, hayran olduğumuz ya da isminin düşüncesinden bile nefret ettiğimiz kişilere dönüşürler. Oysa bazıları sadece resim yapmak istemiştir. Easterman ve Hitler’i yan yana koyan garip bir tesadüftür bu...
Bir de üstüste filmler vardır, korku kültleri. Cadılar Bayramı öyle bir seridir mesela. Ya da çok daha öncesinden Sapık.. Kuzuların Sessizliği serisi içinde ise beni en çok çarpanı Hannibal olmuştur. Filmde gerçek bir psikolojik analiz anı vardır ve Dr. Lecter şöyle der: “ Eğer çok iyi tarih biliyorsanız; sanat tarihi biliyorsanız, engin bir edebiyat bilginiz varsa yani gerçek anlamda bir entelektüelseniz ve çağınıza uygun bir slot bulamadıysanız; potansiyel bir katilsiniz...”
Ermişler ya da Günahkarlar
Ermişler ya da Günahkarlar; bizi içimizdeki o korkutucu yana öyle yaklaştırıyor ki oyunda aslında sizi bunca geren şeyin Haluk Bilginer’in büyüleyen oyunculuğu altında kendi yok etme arzunuz olduğunu hissediyorsunuz. Haluk Bilginer’in tiyatro oyunculuğu konusunda zaten fazla söze gerek yok fakat dizilerden tanıdığımız muzip ve eğlenceli karakterlere aldanarak bu oyunu izlemeyin sakın.
Bülent Emin Yarar ise AKM’de oynadıkları Cyrano de Bergerac ile akıllarımıza durgunluk vermiş bir oyuncuydu ve kendisini bir kez daha bu kadar karakter bir rolde izlemek gerçekten çok etkileyiciydi.
12. Gece
Ve Işıl Kasapoğlu hayatımın en güzel üç gecesini hediye etti bana, Cyrano de Bergerac, 12. Gece ve Ermişler ya da Günahkarlar... Sheakspeare’in 12. Gece’sini bu kadar enerjik ve bu kadar yakın bir anlatımla günümüze getiren ve saatlerce bizi gülmekten iki büklüm kılan yönetmenin, Ermişler ya da Günahkarlar’da bizi bu kadar gerilime sürüklemesi ya da Cyrano de Bergerac’ta bizi haftalarca kendimize gelemeyecek denli sersemletmesi yılların tecrübesinden çok yılların duygu birikimini sahneliyordu bize. Türk tiyatro tarihine isimleri altın harflerle kazınacak bu büyük yönetmen ve iki oyuncuyla aynı oyunda bir kez daha bir araya gelmek gibisi, inanın olamazdı...
Bu arada, Oyun Atölyesi’nin Kadıköy yaşantısına nasıl bir zenginlik kazandırdığından da bahsetmeden geçemeyeceğim. Neredeyse unutulan, görmezden gelinen ve neredeyse açık bir fast food büfesini andırmaya başlayan Kadıköy’e kazandırdıklarıyla Oyun Atölyesi, Kadıköy’ü sanki yeniden eski ve hareketli yıllarına, sanki 90’lı yılların ortalarına döndürmüş gibiydi. Sanırım bunu özlemiştik...
12. Gece
Ve son olarak, tüm yazıyı bir korku filmi izleyerek finallemek istiyorum. Ve bu son sözlerimin belki de en önemlileri olduğunu düşünüyorum... Gerilim ve korku sinemasıyla yıllardır bizi heyecana sürükleyen Amerika, bu sefer gerçek bir korku öyküsü izletti bize. Hala tüylerimiz diken diken, hala korkuyu ve tiksintiyi üzerimizden atabilmiş değiliz. Ve bu filmi asla unutmayacağız biz..
Ps: Amerika; bu son korku “film”inde tüm filmlerinde ölen karakterlerden daha çok masum insanı öldürdü. Bu ayıbı da hiçbir filmle temizleyemezler sanıyorum.....
Dört Günde Roma
13 years ago
No comments:
Post a Comment