Siyah saçlı kıza ....

Ara sıra, üzüntünü biraz hafifletebilmek için çiçekler alırdım sana. Oysa her seferinde, sanki seni daha çok üzecek bir şey yapmış gibi utanç duyardım. Seninle olduğum zamandan beri suskunlaşmıştım. Dostlarımın kaygılı bakışlarıyla karşılaşmaktan bıkmıştım her iş sabahı. Niye böylesine mutsuz olduğuna bir anlam veremiyor ve kendimi de seninle kahırlar ülkesine kilitliyordum. Bildiğim çok şey yoktu. Sadece, bazen ölümleri anlatırdın bana. Kim nasıl ölmüş, kim bulmuş... Bunların hepsini biliyor olmandan nefret ediyordum. Benim gibi bir hayat arsızını bile hayata küstürmüştün sonunda.

Öyle üzerdin ki beni. Her seferinde zor tutardım kendimi, seninle kavga etmemek için. Dostlarını sevmiyordum, doğru. Onlarla bir akbaba sürüsü gibi cenaze kovalıyordunuz çünkü. Kızıyordum bunca insanı tanıdığın için. Bazen beni bile katılmak zorunda bırakıyordun; oysa bilirsin, cenazelere dayanamazdım.

Bazen güzel şeyler de yapmıyor değildik. Sinemaya gidiyorduk mesela. Ama film seçimlerini haftalara bölmek zorunda kalmıştık. Bir hafta senin istediğin, bir hafta benim istediğim filmlere gidiyorduk. Senin seçtiğin filmlere giderken hep geri geri giderdi ayaklarım. Bilirdim ki filmde mutlaka bir üzüntü var. Karanlık şeyleri seviyordun. Belki de bu yüzden biliyorum bütün “entel” Türk filmlerini... Sana niye alışmaya çalışıyordum ki? Sen acıya tutkundun ben de sana. Evinin tüm dolaplarını üzüntüyle doldurmuştun sanki. Her köşeden seni üzecek bir ayrıntı akıyordu. Sahi; hiç mutlu olmamış mıydın sen? Belki evet; ama bu çok önceleri olmuş olmalıydı...

Bir sabah, sen erkenden hazırlanıp çıktığında evden; eşyalarını karıştırmıştım. Bunu bilsen ne kadar öfkelenirdin kim bilir. Fotoğraf albümündeki gülen fotoğraflarından birini almıştım, ara sıra senin de mutlu olabileceğine dair inancımı kaybetmemek için. Sonra bir gece, öyle kızdım ki sana, yırtıp attım o fotoğrafı. Hani şu lise arkadaşını görmeye gittiğin gün. Gene bir yolunu bulmuş ve üzmüştün kendini. Döndüğünde ağlamıyordun, evet. Ama o kan çanağına dönmüş gözlere ne demeli... Sana ne ise onun dayısının ölümünden! Çok insanın hayatında 'ağlayan kız' olmuştun. Üzüntülerini paylaşmak için seni buluyorlardı. Evet, iyi bir kara gün dostuydun. Ama zamanla insanlar mutlu olmaya başladılar ve sen yalnız kaldın. Seninle ilgili söyleyebileceğim en doğru şeylerden biri de buydu işte. İnsanların mutlulukları seni daha fazla üzüyordu aslında. Belki de yakın zamanda tekrar mutsuz olacaklarını bildiğin için...

Bir gün seninle tatile çıkmaya karar verdik. Seni buna ikna etmek öyle güç oldu ki. Hele de bunun İstanbul'dan bir kaçış planı olduğunu anlasaydın; vay o zaman halime. Ama bir şekilde ikna ettim seni…

Tatilin ilk üç günü enfesti. Ben şanslı bir insandım çünkü senin gibi iyi bir gözlemciyle tatile çıkmak herkese nasip olmaz. Ama ne olduysa; kapıdaki ayyaşla tanıştığın dördüncü gün oldu. Sonunda sizi içki masasından taşımaya kalktığımda saat sabahın üçüydü ve lokanta sahibi yaklaşık bir saattir dükkânı kapamak istediğini tekrarlayıp duruyordu. Kaç kez seni orada bırakıp dönmeyi düşündüm. Ama seninle geçirdiğim iki yılın sonunda hayatımda geri dönebileceğim hiçbir şey kalmamıştı. Senin dostun, dert ortağın, bazen erkeğin bazen de gezi rehberindim. Her ne ise; bu saatten sonra yeni birine uyum sağlamam da mümkün değildi zaten. Sen de bensiz yapamazdın, biliyorum. İnan kimse çekemezdi senin derdini…

Seninleyken fazla içmemeye dikkat ederdim. Yo, sarhoş olup üstüme kalacağından değil. Ama sadece içkiliyken kendinden bahsederdin sen. O da, benim ısrarlı sorularımla. İçkili olmadığın zamanlarda ağzından cımbızla laf alırdım.

Bir keresinde bir kadından bahsetmiştin. Gülizar? Yoksa Gülbahar mıydı? Her neyse. Hani bir sabah hiçbir şey söylemeden evini terk eden kadın. Öyle gülmüştük ki yazdığı nota:"Sıkıldım çiğdem çitlemekten. Başka şehirler, başka sokaklar bul'cam. Aramasın beni dostlar; nere' gittimse or'da kal'cam"

Bu notu hatırlıyorum, senin gidişine benziyor çünkü. Ya da gitmek istediğin şekle. Bir anda yaratmayı seviyordun. Karanlık kızın daha öyle çok sırrı vardı ki öğrenmek istediğim; bir çocuk gibi takip ettim seni. Sorularımdan yıldığın zamanlar çekip giderdin. Hiç bir açıklama yapmadan. Çok kez yemin ettim seni bir daha aramayacağıma. Ama dedim ya; sensiz yapamazdım...

Şimdi oturmuş bunları yazıyorum. Yıllarca kandırdım insanları ve kendimi; döneceğine dair. Oysa bugün ilk defa gerçekten fark ediyorum gittiğini. Belki şimdi de benim için bir yerlerde ağlıyorsun. N'olur ağlama. Senin ağlamana dayanamam. Hayatta olduğunu biliyorum. Her deliliği yapardın, intihar dışında. Seni İspanya'da hayal ediyorum. Sonra Fransa'da, İtalya'da... Seni benimle hayal etmiyorum artık. Yalnızca; bir gün dönüp geleceğini umuyorum. Bugün gidişinin birinci yılı doldu; biliyorsun değil mi? Tabi ki biliyorsun, böyle şeyleri unutmazsın ki sen...

Seni çok özledim. Lütfen geri dön...
Not: Biber'in üç tane yavrusu oldu.Öyle sevimliler ki....

Eser

Kasım '97

No comments: