Uzun bir gece öyküsü

Ben ona âşık olduğumda o çoktan aşk yolunun ıstıraplı yollarına alışmıştı. En dostumdu; her şeyimdi, her anımdı. Kumral, omuzlarına dağılan uzun saçlarının kıvrımlarında yazılıydı tüm hayatım. Dostlukla dayandığım omzunda; uykularımın hayali. Güzel yüzlüm benim; bana hep güzel görünenim.

Çok sıradan giyindiğinde bile çok şık görünebilen insanlardandı. Bilgece sözlerinde çoğu zaman gizli birçok yaşanmışlık hissedilir; kısa cümlelerle olup biteni bir çırpıda anlar ve çözümler üretirdi. Onu tanıdığım beş sene öncesinde de böyle bir adam olduğu varsayıldığında bunun zamanla ilgili değil onun öz kimliğiyle ilgili bir şey olduğunu fark ederdim. Üniversite kantininde çay içerken başlayan arkadaşlığımızın böyle uzun bir dostluğa dönüşmesi gururlandırırdı beni.Hep gözümün önünde olsun istiyordum; bu yüzden ahbaplık kurdum o şaşı beş kızla. Nereden buldu da karşıma sevgilim diye çıkarıverdi anlamamıştım. Düpedüz çirkindi. Donuk, mat, çok gizemli havalarında bir şey. Bizden yaşça küçük olması da avantajıydı kuşkusuz. Bazı dönemlerinde bir gariplik geliyor bu adamlara; yaşları kaç olursa olsun...İltimas geçtim bu kıza ben. Kızıl saçlarına güzel tokalar takardım onunla buluşmaya giderken. Güzel görünsün isterdim biriciğime. İlle de bir parmağım olsun istiyordum her işinde. Aklımın içinde bir yerlerde çalıyordu Esmeray’ın sesinden; unutma beni, unutama beni...

Bu güne kadar tek bir kelime bile çıkmamıştı ağzımdan Güzel yüzlüm’e; bize dair. Ben hep aslında onu çok sevmiş; o ise en yakın dostu olarak bana çok güvenmişti. Öyle oturmuş bir düzenimiz vardı ki sanırım bozmaya cesaret edememiştim.Beni de davet ettikleri buluşmalarını kibarca reddederdim. İçimdeki cazgır ve tahammülsüz kızı tanıyordum çünkü. İsyana geldiğinde tozu dumana katardı. Onları birlikte mutlu görmenin de bu kıza iyi gelmeyeceği ortadaydı.Aysun’a katlanmak bazen tahminimden de zor olurdu. Zor bir şeydi sevdiğine sevdiğini ulaştırmak. Güzel yüzlüm üzülmesin diye yapıyordum; kalbi kırılmasın. Aysun yalnız kalıyor diye dertlenmesin diye.

Güzel yüzlüm iş seyahatine gittiğinde ya ben onlarda kalırdım ya da Aysun bize gelirdi. Sabahlara kadar konuşur gülerdik. Bazen onu sevmeye başladığımı fark ederdim korkuyla. Oysa bu çok doğaldı; Güzel yüzlüm’ün sevdiği sevilmez mi?

Onlarda kaldığım gecelerde Güzel yüzlüm’ün evden çıkışının izlerini takip ederdim bir dedektif gibi. Bardağını mutfağa götürür, aceleyle çıkardığı terliklerini düzeltirdim. Koltuğa oturduğumda karşımda oturuşunu hayal ederdim. Sonra da dönüp Aysun’la konuşmama devam ederdim. Bir oyun gibi geliyordu tüm olup bitenler bana; keyfini çıkarıyordum.

Aysun her söylenene inanabilecek kadar saf bir kızdı. Ben bunu hep İstanbullu olmayışına bağlardım. İzmir’in küçük bir ilçesinden gelmişti İstanbul’a okul için. İzmir’de hala insanların iç içe yaşadıklarını ve kimselerden gizlileri saklıları olmadığını biliyordum. İzmir’e göre İstanbul bir kurtlar şehriydi. Aysun’un onu zor duruma düşürmüş olan saflıkları beni çok güldürürdü. İlk kez İstanbul’a gelişinde İstanbul’u hiç tanımamasına rağmen otobüste yanında oturan yaşlı teyzeyi karşılayan olmadı diye onunla ta Avcılar’a kadar gitmiş; dönüş yolunda da kaybolup geceyi sığındığı karakolda geçirmek zorunda kalmıştı. Saflıklarının iyilikle dolu olduğunu düşünürdüm hep ve biraz da olsun kol kanat germeye çalışırdım ona.

Aysun’la konuşurken hep bir korku taşırdım içimde. Çenemi tutamayıp Güzel yüzlüm’le ilgili her şeyi bir anda söyleyebileceğimden korkardım. Bunu en başından itibaren söylemediğim içinse vicdan azabıyla kıvranırdım. Fakat daha sonraları Güzel yüzlüm’ün mutluluğuyla kilitledim kalbimi. Artık onun gözlerinden Aysun’u görebiliyor, göz göze geldiğimizde heyecanlanmamayı başarıyordum. Uzun bir süre ilişkilerinin en yakın tanığı oldum.

Her öykünün içindeki gizli hüzün bir 17 Şubat günü bir sis gibi çöktü üzerimize.Diğerlerinin aynısı bir gün olarak başlamıştı günüm. İşyerime gitmiş; şirketteki kızlarla sohbet etmiş patronumla şakalaşmıştım. Hatta şakayla karışık patronumdan zam isteyip şirketteki herkesi çok güldürdüm. Akşam alışveriş poşetleriyle yorgun argın eve döndüm. Kendime en şahanesinden bir mantarlı omlet yapıp çayı demlemiştim ki telefon çaldı. Ahizenin diğer ucunda Güzel yüzlüm’ün en endişeli sesi karşıladı beni. Hemen buraya gelebilir misin dediğinde telefonu kapatıp giyindim ve aceleyle evden çıktım.

Kapıyı ürkerek çaldım. Yol boyunca ne olmuş olabileceğini düşünüp kendime korkunç kâbuslar yaratmıştım. Güzel yüzlüm yaşları taze silinmiş gözleriyle açtı kapıyı. "Ne oldu?" diye sordum, merdivenlerde hızlanan sesime bir yön vermeye çalışarak. Aslında seni ne bu kadar üzebildi ve ben nasıl engel olamadım demek geliyordu içimden. "Aysun içeride" diye cevapladı beni; "istersen önce onunla konuş".

Koridoru geçip odanın kapısını çaldım. İçeriden ses gelmeyince kapıyı araladım. Aysun, çevresini sarmış kirli kâğıt mendiller arasında çökmüş, boş duvara bakıyordu. Beni fark ettiğinde kollarını bana uzatıp hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Gidip sarıldım. Hıçkırıklarının arasında konuşmaya çalışıyordu. En son "yanılmışım" dedi. "Çok mutsuz olduğumu sanıyordum; oysa ne güzelmiş her şey."

Bunu biliyordum. Daha doğrusu ben de öyle olduğunu sanıyordum. Bu esnada kapı çaldı. Güzel yüzlüm; "ben bira almaya çıkıyorum, size de alayım mı?" diye sordu. Sesindeki soğukkanlılık hayrete düşürmüştü beni ve bunun iyiye işaret olmadığını biliyordum. Günlerdir inançla sürdürdüğüm rejimi bir kenara bırakıp bana da üç dört tane almasını söyledim. Aslında daha fazlasına ihtiyacım vardı ama sonrası korkutuyordu beni.

Güzel yüzlüm kapıyı çekip çıktı. Bu arada Aysun biraz sakinleşmiş gibiydi. Şimdi bana her şeyi anlaşılır bir şekilde anlatır mısın dedim en Dr.Yallom tarzımla.Onun için hiçbir zaman iyi olmadığımı biliyordum; dedi beni afallatarak. Çirkindim, biraz saftım ve bir sürü şey işte... Ben de aynen bunları düşünmüştüm işte onunla ilk tanıştığımda ama düşündüklerimin bir kırıntısını dahi ona hissettirdiysem kendimi hayatım boyunca affetmeyecektim. "Nereden çıkarıyorsun bunları" dedim söyleyecek başka bir şey bulamayınca. “En yakın dostumdun sen, bunu sana nasıl yapabildim ben ...” Yeni bir ağlama krizinin eşiğindeydi, ona daha sıkı sarılıp bunu engellemeye çalıştım.Ani bir hareketle kollarımdan sıyrılıp dimdik yüzüme baktı. "Ona ihanet ettim ben" dedi ve sustu.

Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Aysun’la ilgili en güvendiğim konulardan biriydi bu. Hatta şirketlerdeki kızlara şakasını yapardım; "kız bir halta benzemiyor ama ihanete panzehirdir" diyerek. Oysa karşımda ihanet etmiş bir kadından çok tuzağa düşürülmüş bir genç kız gibi duruyordu. Bu ilişkinin sürmesi için neler yapmıştım oysa ben diye düşünüp hayıflandım. Sonra da kızdım böyle bir durumda bunları düşünüyor olmama. Kalbimi rafa kaldırmıştım bir başkasının kalbi adına. Çok kızmıştım ama sakin olmam gerektiğini hissediyordum. Aynı annem gibi davranacaktım yine. En kötü olaylarda bile durgun bir su gibi kalmayı öğrenmiştim ondan, gereksizce. Oysa nasıl isterdim bağırıp çağırmayı; camı çerçeveyi indirmeyi o anda. Çantamdan iki sigara çıkarıp yaktım ve birini ona uzattım. "Kızgınsın değil mi?" diye sordu; "hem de çok" diye cevap verdim en durgun su sesimle."Ama neden?" diye sordum, "nasıl oldu yani?" diye düzelttim sonra. "Okuldan" dedi. Ne okulu diyecektim neredeyse. Biz mezun olalı çok olmuştu ve Aysun’un bir üniversite öğrencisi olduğu tamamen aklımdan çıkmıştı, devam etmesi için sustum."Sosyolojide okuyor, altıncı senesi" diye başladı anlatmaya. "Eksik notlarını toplamak üzere geliyordu okula, devam zorunluluğu yoktu ve çalışıyordu zaten. Not alışverişi yaparken sohbet etmeye başladık. Çok neşeli bir arkadaşlıktı. Bir gün sınav çıkışı hep beraber içmeye gittik."

Anlamsız bir merak doğmuştu içime. Bu genç adamın kim olduğunu öğrenmek istiyordum. "Adı ne?" diye sordum; "özgür" dedi. "Kesin solcudur" dedim. İkimiz de gülümsemiştik bunu söyleyişime; "öyle" deyip sustu. Anahtar sesiyle Güzel yüzlüm’ün geldiğini anladım. Onunla da konuşmak istiyordum. Ben bira getireyim deyip odadan çıktım.

Sersemlemiştim. Yaşadığım beyin fırtınası delice yoruyordu beni. Salona geçtiğimde onun biralardan birini açmış ve televizyon seyretmekte olduğunu gördüm. Gözleri kıpkırmızıydı hala; içimi acıtıyordu onun ağladığını düşünmek. Bir bira açıp karşı koltuğa oturdum, bu salonda keyifle oturuşlarımız geldi aklıma. Hiç konuşmadan televizyon izledik bir süre. Aman tanrım diye geçirdim içimden; tüm bunlar olmasaydı şu anda kendi evimde kanepeye uzanmış omlet yerken ben de aynı diziyi izliyor olacaktım.

"Sana anlattı mı?" diye sordu gözlerini televizyondan ayırmadan; "çok fazla değil" dedim. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye ekledim sonra.

"Aslında gitmek istemiştim" dedi. Ama Aysun’un bir delilik yapmasından korkup vazgeçtim. Benimse bir delilik yapmasından korktuğum adam şu anda sakin sakin bira içiyor ve hiçbir şey olmamış gibi televizyon seyrediyordu. Fırtına öncesi sessizliği diye geçirdim içimden, o ise sözlerine devam etti. "Hala onu düşünüp üzülmeme deli oluyorum..."Garip bir sevgi ışıdı içimde. İşte benim tanıdığım ve onca sevdiğim adam buydu. Bu sırada tekrar konuşmaya başlamıştı.

—Oh ne ala; ben hem sevgilimi hem de yakın bir dostumu kaybedip bunu asla unutamayacağımı bileyim; o en fazla bir iki ay içinde gündelik yaşantısına geri dönüp gündelik hayatına dönsün. Ne güzel yahu!

"Tabii ki öyle olmayacak" dedim teselli eder gibi. Oysa öyle olmasından ben de çok incinmiştim o bunları anlatırken. Yine öyle uzak mesafelerden bakıyorduk ki yaşananlara; şaşırmıştım; hiç böyle düşünmemiştim. "O da farkında yaptığının ve iki gözü iki çeşme ağlıyor içerde" dedim.

"Neye yarar" dercesine bir bakış fırlattı yüzüme; korktum. Derin bir soluk aldım ve tüm bunların bir kâbus olmasını diledim. Güzel yüzlüm’ün kırmaya uğraştığı bira kutusunu fark ettim. Elinden kutuyu alıp yeni bir bira açtım ona. Elini kesmesini engelleyebilmiş; bu acının önünde duramamıştım işte.

"Onun yanına dön istersen" dedi. "Aklım kalıyor" diye de ekledi sonra. "Ama" dedim; asıl yanında olmam gereken sensin diye ekleyecekken sustum.

Tüm bu esnada onun izlediği ve benim de evde olsaydım izlemeyi düşündüğüm çok mutlu bir Türk dizisiydi; karakterlerin incelikli konuşmalarından tiksinerek çıktım salondan ve Aysun’un yanına döndüm.

Odaya girip Aysun’un eline bir bira tutuşturup karşısına oturdum. Koridorun ışığıyla aydınlanan yarı karanlık odada bir süre hiç konuşmadan bira içtik. Konuşmak ve çok akıllıca laflar etmek istiyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. En son damdan düşer gibi sordum;

—O’nu seviyor musun?
—Kimi; Özgür’ü mü?
—Hayır

"Evet, seviyorum" dedi sessizce. Sonra da burnunu çekerek ekledi; "bir andı, bir hataydı her şey... Kendimi çok yalnız hissetmiştim. O yoktu; sen de çok meşguldün o aralar ve zaten benim okul hikâyelerim de pek sizin ilginizi çekecek cinsten değil..." Kocaman bir yudum aldı birasından.

"Özgür’ün kim olduğu umurumda bile değildi" diye devam etti. "Bana çok yakın davranıyordu. Beni görebilmek için okula geliyordu onca işi arasında. Ona biriyle birlikte olduğumu söyledim ama etkilenmedi bundan. Onu sevmediğimi biliyorum. Sadece gösterdiği yakınlıktan çok etkilenmiştim. Çok yalnızdım; gerçekten..."

Tekrar ağlamaya başlayacağını hissettim ve "toparlan gidiyoruz" dedim. Aklıma bir anda gelmişti bu. Sadece Güzel yüzlüm’ün ne zaman kaşlarının çatılacağını bilmiyordum ve öyle bir anda Aysun’un burada olmasının tehlikeli olacağını hissetmiştim. Küçük bir çanta içine birkaç parça eşya tıkıştırdık. O son bir iki şeyi toparlarken ben salona girip gideceğimizi haber verdim.

Hala televizyon izleyerek bana “neden” diye sordu. “Bir süre bende kalsın Aysun; ikiniz de biraz sakinleşin.” dedim; ”ben iyiyim” diye cevap verdi. Bunu söylerken bile gözlerinde, verdiğim karara duyduğu teşekkürü okudum. Biliyordum. Daha önce başıma benzeri bir olay geldiğinde nasıl bir anda çılgına döndüğümü hatırlıyordum.

Kollarımda ağlayan Aysun ve elimde boş bira kutularıyla dolu poşetlerle indik merdivenleri. Güzel yüzlüm’e iki bira bırakıp gerisini yanıma almıştım. O’nun içmesini istemiyordum. Ben içecek ve sabaha kadar üzülecektim. Evet; Aysun’u yatırıp sabaha kadar içecektim.

Oysa eve vardığımızda Aysun benden önce davranıp bir bira açtı ve salona geçti. Mutfakta omleti ısıtıp elimde tabaklarla salona girdim. Ben biraz atıştırdım; o bira içmeye devam etti. Güzel yüzlüm’e sorduğum soruyu bir kez de ona sormaya karar verdim.

—Ne yapmayı düşünüyorsun?
“Kendimi affettirmeyi” dedi; ”ne pahasına olursa” diye ekledi ve sustu.

Yaptığının affedilmeyeceğini biliyordum. Ne kadar zaman geçse de bu yara taze kalacaktı. Saçlarını topuz yapmış ve bir kalemle tutturmuştu. Ne kadar sevimli göründüğünü düşündüm; belki de hayatımda ilk kez.

“Niye geldik buraya?” diye de o sordu bu sefer.

"Biraz düşünmeli ve bu geceyi kendi durumunuzu düşünerek geçirmelisiniz bence" diye cevap verdim bir kez daha Dr.Yallom halimle. "Yarın okula gidecek misin?" diye sordum; "evet, gitmezsem bir dersten devamsızlıktan kalacağım" dedi. "Hadi yat öyleyse" deyip onu odama götürdüm. Yattığında; "bir şey istersen seslen; olur mu?" deyip yavaşça kapıyı çektim. Korkabileceğini düşünüp koridorun ışığını açık bıraktım. Salona dönüp kanepeye uzandım. Bir yandan omlet yiyip bir yandan bira içtim. Çok kez Güzel yüzlüm’ü aramayı düşünüp uyumuş olabileceğinden çekinerek vazgeçtim. Oysa sabaha kadar gözünü kırpmayacağını adım gibi biliyordum.

Bu sırada o Türk dizisi geldi aklıma. Mutlu bakkal, şen kasap, güler yüzlü berber, şen şakrak mahalleli... Hepsinin köküne kibrit suyu deyip bir de usturuplu bir küfür savurdum ardından. Omlet tabağını sehpaya bırakıp battaniyeyi çektim üzerime. Hala bira vardı ve ben gün ışıyana kadar içecektim.

Eh dert kuşu diye geçirdim içimden; belaları bir mıknatıs gibi üzerine çekersin sen.

No comments: